GİRİŞ
Türkiye’de 1923-1950 arası yıllar Tek Parti dönemi diye adlandırılmaktadır. Siyasi rejimler bilindiği üzere, kaç partili olduklarına göre, -tek partili ve çok partili diye- iki kısma ayrılırlar. Tek Partili rejimler aynı zamanda mahiyetleri icabı tek adam, tek ideoloji, devletçi uygulamalar, propagandaya dayalı bir sistem ve kapalı bir toplumsal yapıya sahiptirler. Bu yapı anti demokratik, hatta birçok ülkedeki uygulamaları itibarıyla totaliter bir rejim olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’deki uygulaması itibarıyla Tek Parti dönemi tam bir totaliter karakter göstermemekte ise de, birçok özellikleri ile o sistemlere benzemekte, daha çok otoriter olarak adlandırılmaktadır. Bu sistemlerde siyasetçilerin, milletvekillerinin ve il teşkilatları mensuplarının ülke siyaseti ve diğer konular üzerine pek bir şeyler söyleyemeyecekleri, sisteme hâkim olan Tek Parti’yi eleştirmek anlamında bir adım atamayacakları bilinmektedir. Tek lider, tek fikir ve tek parti tek olduğuna inanılan evrensel gerçeği en iyi temsil edenler olarak bilinirler; dolayısıyla dokunulamaz ve eleştirilemezler.
Türkiye’de Tek Parti olarak CHP uzun iktidar yıllarında Parti Müfettişliği diye adlandırılan bir kurum geliştirmişti. Müfettişler illerde teftiş ettikleri her türlü parti faaliyetini yılda iki kez rapor halinde Parti Genel Sekreterliği’ne sunmaktaydılar. Bunun dışında milletvekilleri de mebusu oldukları ildeki gelişmeleri ve vatandaşların dilek ve temennilerini aynı şekilde Genel Merkeze türlü yöntemlerle iletmekteydiler. Çanakkale bu açıdan dönemin en hareketli illerinden biri olarak görülmektedir. Gerek müfettişler, gerek iki milletvekili bu ilin sorunlarını ve halkın devlet ve hükümetle ilgili kanaatlerini ayrıntılı olarak yazmışlardır. Burada iki milletvekilinin ilin çok yönlü durumuna ve devletin ile bakışına dair düşüncelerini yorum katmadan yayınlıyoruz.
ZİYA GEVHER ETİLİ
Asıl adı ile Yusuf Ziya Etili (İstanbul 1892- 16 Ekim 1968) 3, 4, 5, 6. Dönemler CHP milletvekilidir. Dönemin ideolojisini en kararlı olarak temsil edenlerden biri ve kesin inançlı bir partili olan Ziya Gevher Etili’nin eleştirileri öncelikle değerlendirilecektir. İdeolojiyi ve partisinin görüşlerini önemseyen, Atatürk ilkelerini ve kendine has ırkçı-Türkçü ulusçuluk anlayışını temsil eden, yatırım ve kalkınma projelerinden çok Cumhuriyet ve inkılâp ilkelerini halka benimsetmeyi tercih eden tam bir homopoliticus idi. Bunun yanı sıra başlangıçta DP’li, sonra CHP’li ve nihayet bağımsız olmak gibi farklı konumlarda bulunan Nurettin Ünen ise daha çok halkın ihtiyaç ve şikâyetlerini öne alan, particiliği önemsemeyen bir anlayışı temsil ediyor; halka hizmeti, halkın ve ülkenin refahı için yatırımların yapılmasını istiyordu. Bu haliyle Ünen tam bir homoeconomicus siyasetçiyi temsil ediyor ve CHP’ye karşı çok sert eleştirilerde bulunuyordu. Her iki politikacı da Tek Parti döneminde az görülecek bir eleştiri kabiliyet ve kararlılığına sahip kişiler olarak temayüz etmişlerdir.
Hakimiyet-i Milliye’nin Yazı İşleri Müdürü, Anadolu Ajansı İstanbul Şubesi Müdürü, CHP İstanbul İl İdare Kurulu üyesi, TBMM’ de, Halkevlerinde ve diğer kurumlarda idari yanında CHP Çanakkale Milletvekili olarak tanıdığımız Ziya Gevher Etili, Tek Parti dönemi politikacıları içinde dikkati çekenlerden biridir. Türkçü olarak tanınmamış olmakla beraber, dönemin Türkleştirme politikalarına destek veren, Anadolu Ajansı gibi bazı kurumlarda çalıştırılan uzmanların içinde “Türk olmayan” kişilerin işine son verilmesini isteyen; “ezan ve kameti Türkçe okumayanlar cezalandırılmalıdır” diye kanun teklifleri yapan bir milletvekili idi. Mecliste gerek konuşmalarında gerek kendisi veya başkası tarafından verilmiş kanun tekliflerinde Türkçe kullanmayı da tercih ediyordu. Tek parti döneminde İmparatorluktan “ulus devlete” geçiş uygulamaları esnasında zaman zaman ırkçı-Türkçü uygulama ve zihniyetlerin görüldüğü malumdur. Etili bu tarz düşünce ve siyaset anlayışının önemli temsilcilerinden biridir. 12 Haziran 1939 tarihinde İskân Kanunu görüşmelerinde söz almış ve Avrupa’dan Türk kültürünü kabul etmiş olanların Türkiye’ye getirilmesi hakkında görüş bildirmiştir. Muhacirlerin gelişigüzel gelmekte olmalarından yakınan Etili, bazılarının halen göçebelikten bile kurtulmamış olduklarını söyleyerek, memlekete böyle bir göçün faydasından daha çok zararı olduğunu ileri sürmüştür. Etili’ye göre hırsızlığı ve her türlü ahlaksızlığı yapan göçebelerden daha çok “kanımıza mensup olan” kişilerin ve “kültürümüzü kabul edenlerin” göç yoluyla Türkiye’de iskân edilmesi gerekmektedir. 20 Nisan 1942 tarihli meclis görüşmelerinde Anadolu Ajansı’nın bütçesi görüşülürken söz almış ve Anadolu Ajansı’nda çalışanların etnik kökenlerine değinmiştir.“Burada çalışanların yüzde hemen yarısını ırkımın haricinde görüyorum” diyerek, bu“Milli Ajans”ta son zamanlarda görülen bu gayri Türk etkinin bir an evvel temizlenmesi gerektiğini dile getirmiştir.
Etili, Çanakkale milletvekili olarak bu ildeki devlet-parti-halk ilişkilerini ve ilgili makamlardaki zevatın her türlü düşünce ve eylemlerini bütün ayrıntısı ile raporlaştırmış ve bize Türk Demokrasi tarihi için güzel bir yöresel örnek sunmuştur. Serbest Fırka karşısında 1930 Belediye seçimindeki başarısızlığı Çanakkale’de inceleyerek 16 Mart 1931 tarihinde ayrıntılı denebilecek ve özeleştiri yanı güçlü bir rapor hazırlamıştır. Raporunda birçok probleme temas etmekte, çözüm yolları sunmaktadır. Buna göre “Çanakkale mıntıkası oldukça hadiseli bir yerdir.” Ayrıca feshedilmiş olan belediye seçimlerinden dolayı yenisinin yapılması gerektiğinden oldukça yoğun iş hacmi söz konusudur. İlin coğrafi vaziyeti de yağışlı ve fırtınalı havalarda denizde ulaşımı engellediğinden teftiş ve rapor yazma işlerinin gecikmiş olduğunu belirtmiştir.
Etili bu raporunda belli başlı olarak şu konuları ele almıştır:
Milli Birlik Anlayışı: Ona göre Çanakkale’de milli birliğin teessüs edememiştir. “Türk vatanının en kesif öz evladı sanılan bir vilayette bir -koloni- mevcudiyeti tevdi buyurulan bir manzara vardır. Bu garip manzara şarkta değil, memleketin ilk müdafaa siperlerini teşkil eden en kıymetli topraklar üzerindedir. Vilayetin karşı sahili cenup ve dağ mıntıkası bir tarafa bırakılırsa mütebaki kısımda Biga tamamen, Lapseki ve Çanakkale kısmen bu elemli sahanın içine girer. Orada Türk olmayan, Türkleşmeye adım atmamış olan birçok milletler oturur. Birçok lisanlar konuşulur. Türk’ten maada birçok millet isimleri sayılır. Milli birlik yerine Müslümanlıktan bahs olunur. Türk ancak yerli diye anılır ve yerliler bu karışık unsurlar arasında şaşırmış ve o Müslümanlık kelimesinin füsununa kapılarak bu garip mevcudiyetin içine katılmış, birçok yerlerde ise Yürük, Türkmen diye bir kenara atılmıştır. Boşnak, Pomak, Arnavut, Çerkes ve Şerkesin envaı, Rumcadan başka bir şey bilmeyen Giritli ve hatta son zamanda da umulmaz bir cesaretle Yahudi, milli vahdetin bir tehlikesi, milli işlerimizin en büyük engeli, hadiseli zamanların bir çıbanı olarak önümüze çıkmış ve buna rağmen elemli vaziyete henüz temas edilmemiştir.”
Etili şöyle devam ediyordu: “Bu unsurlara değil, bu satırlara muhaciri de ilave etmek mecburiyetindeyim. Yirmi seneden beri dünyanın en şedit kahrını çeken, vatan birliği haricinde kutsi fikir ve emellerinden pek çoğunu gaip eden bu hercümerç çocuklarında bizdeki şuur ve imanı bulmak imkanı yoktur… Fikrimce asıl metodik bir milliyetperverliğin, fırkacılığın ve devletçiliğin esaslarını doğuracak olan son hamlemizin ortaya koyduğu meseleleri halle hazırlanırken bu en esaslı meşgalemiz olacaktır… Türkün en kesif mıntıkasındaki bu toprakları Türkleştirmedikçe alacağımız her tedbir suni olmaz mı? Hatta bu Biga için, Çanakkale için değil, devlet merkezinin hinterlandı için bile mevzuu bahistir. Çünkü Haymana’da, Yabanova’da da bu kadar kesif olmamakla beraber aynı dert mevcuttur.”
Görüldüğü üzere bir imparatorluğun varisi olan bu ülkede, farklı etnisitelere karşı bir antipati oluşturma gayreti içinde görülen bir Etili vardır. Bunu bir Türkçülük olarak anlamak istersek o durumda da Etili’nin Türk Ocaklarına karşı duran ve bu yolda Hamdullah Suphi ile atışmaya giren bir kişi olduğunu da hatırlıyoruz.
Ziya Gevher Bey Çanakkale’de yaptığı incelemelerden sonra durumu şu sorularla özetlemiştir:
“A) Ne gördüm,
B) Ne yapabildim,
C) Neler yapmak mecburiyetindeyiz,
D) Halkın şikâyetleri ve arzuları nedir?”
Bunlar Etili’nin bakış açısından şöyle değerlendirilmiştir:
“A) İki aydan fazla süren tetkikatımdan çıkan netice şudur ki, fırkamız ve devlet idaresinin geçirdiği buhranın sebeplerini
1.Fırka ile devlet idaresi arasındaki ahenk ve irtibatın bozulmasında hatta karşılıklı mücadelesinde,
2. Halk ile fırka,
3. Devlet ile halk,
4. Bizzat devletin muhtelif teşkilatı arasındaki imtizaçsızlıklarda aramak lazımdır.
Bu suretle tehaddüs eden muhtelif cepheli bu imtizaçsızlıklardır ki, halka da sirayet etmiş ve ikisinin de zaafını intaç eylemiş, ikisine karşı memnuniyetsizliği, ehemmiyetsizliği, sonradan da aleyhtarlığı husule getirmiştir. Hemen hemen hiç bir yerde bir idare amiri ile fırka mensuplarının imtizaç edebildiklerine, yekdiğerine şikâyetçi bulunmadıklarına tesadüf edemedim. Bunun neticesi olarak iki taraf, karşılıklı mücadeleye atılmış, her iki taraf karşısındakini müşkül mevkide bırakmak için halkı da araya koymuş, fenalıkları ona saymak veya harekete geçirmek için tahrikâtta bulunmuştur. Mutemetleri pek azı müstesna valiler, kaymakamlar ve bütün idare amirleri ile çatışmışlardır.
Bu haklı veya haksız mücadelede Etili hem idare amirlerini hem de partilileri yetersizlik, acizlik, murakabesizlik ve disiplinsizlik gibi vasıflarla suçlamıştır. Ona göre “idare amirleri bu vaziyete karşı ya fazla mümaşaat etmişler ve hakiki bir idari tezepzüp yapmışlar yahut karşılarındakini mağlup etmek için mahalli entrikalara tevessüle başlamışlar, halkın arasında fırkanın vaziyetini zedelemeğe vesile vermişler, dedikodular halk kitlesinin ağzına düşmüş, devlet adamları aleyhtarları, fırka mensubini aleyhtarları bir ikilik tohumu ta o zamandan atılmağa başlamış ve bu maraz tohumu gittikçe kuvvetlenmiştir. Bu hal devlet otoritesini zedelediği gibi, fırkayı da en büyük zaafa doğru sürüklemiş, yavaş yavaş kıymetli unsurlarını kaçırmağa başlamış ve biraz sonra halkın tam bir alakasızlığı ile karşılaşmıştır. Pek dar bir muhit, çok az bir insanla kalan fırka mensupları bu zaafın hakiki sebebini aramayarak dışarıdan gelen şikâyetlere ağır muameleler ve tehditlere mukabele etmişler ve bütün bunları fırkaya muhalefet şeklinde göstermişler ve kendilerinden herkesi büsbütün soğutmuşlardır. Bu suretle fırka ile halk arasındaki açıklık da genişlemeye başlamıştır. Bizim için en büyük ziya’ fırkadan hassaten fırka tarafından idare olunan müesseseler başından kafa adamlarının uzaklaşması veya uzaklaştırılması olmuştur. Bu suretle bize mensup cemiyetlerde yavaş yavaş fikir adamları yerlerini cahil insanlara terk etmişler ve bir kere işin başına geçen bu zavallı adamlar da mevkilerini muhafaza için en biçare tedbirlere tevessül veyahut bu cemiyetlerin kapılarını kapamağa başlamışlardır. Diğer taraftan en acıklı manzaralardan biri de devlet memurları arasındaki imtizaçsızlık, daha doğrusu istiklal hevesidir. Denilebilir ki bir vilayette toptan bir idare yoktur. Vilayetlerin en küçük memuru yalnız o vekâletin mümessili, tem bir istiklalin sahibidir. Hiç bir amir hiç bir murakabe tanımaz. Buna mukabil kendisini teftiş eden yoktur.
Memurin kanunu kendisini sigortalamıştır. Vali, kaymakam o kadar salahiyetsizdir ki, ehemmiyetli bir telgrafın gecikmesinden bir muhabere memurunu muaheze edemez. Devletin esrarını faş eden bir tahrirat kâtibini yerinden kaldırtamaz. İstediği gibi cirit oynayan bir gümrük memurunun harekâtını tecessüs edemez. Şikâyetçilere karşı mahcuptur. Böylece nüfuzunu kaybeder durur. İşte bu nahoş ve bir dakika devamı caiz olmayan vaziyettir ki, halkın üzerinde şiddetle tesirini yapmış ve devlet işlerinin yolunda gitmediğine dair bir hüküm verdirmiştir.
Muğber olan, kinleri olan birkaç sivri akıllının bu memnuniyetsizliği başka bir sahaya çekememesi imkânı olamazdı. Onlar derhal istifade etmişler ve bu hale devlet merkezinin de tahammül ettiğini ve şikâyetlerden hiç bir netice çıkmadığını ve binaenaleyh vâkıf oldukları halde aldırmadıkları fikrini yavaş yavaş telkin etmişler, diğer fırkanın, gazetelerin propaganda ve neşriyatı şahsi rekabet ve infiallerin döktükleri zehirler zaten hazırlanmış olan efkârı, şiddetli bir galeyana sürüklemekte hiç de müşkilat çekmemiş ve bu suretle fırkamız mevkiini, devlet de otoritesini pek ani surette kayıp etmiştir. Buna bir de iktisadi sıkıntıyı ilave edecek olursak hareketin halk tabakasına kadar intikal etmiş olması gayri tabii bir hal olarak karşılanamaz. Hatta o kadar ki, Çanakkale’de bu gürültülerden ve devletin zaafa uğradığını hesap eden sabık azılı şerirlerden on ikisi birleşerek soygunculuğa ve katle karar vermişler ve icraata de başlamışlardır. Bu hareketler ve bu memnuniyetsizlikler vasıtasızlık yapanların nüfuzlarının kasaba hududunu aşmaması sayesinde köyler üzerinde müessir olmamış ve köylüler safiyetlerini muhafaza edebilmişlerdir. Onların sıkıntısı ve şikâyeti vardır, samimidir.
B) Bu umumi manzara göz önüne döküldükten sonra yapılacak işin de ana hatları tebellür etmiş oluyordu. Burada işimizi teshil eden, bizleri muvaffakiyete sevk eden, büyük vukuf ve süratle hazırlanmış olan yeni talimatname olmuştur. Sıkı, uzun ve nafiz temaslar aklıselim sahiplerine hakiki vaziyeti teşrih, en nihayet birçok insanların vatanperverliğine müracaat, aradaki gerginliği yavaş yavaş kaldırmış, fırkadan ayrılmış olanları yerlerine getirmiş ve hariçte kalmış olan kıymetli ve temiz insanları da içimize katmıştır. Hassaten gerek kendi aralarındaki, gerek devlet memurları ile olan dargınlıkları, iğbirarları bertaraf etmeğe büyük gayret sarf edilmiş ve çok mesut neticeler alınmıştır. Birçok yerlerde aile kavgalarını halletmek pek faideli olmuştur. Bu aile kavgaları tıpkı menfaatlerin yaptığı gibi memleketi ikiye, iki fırkaya ayırmakta büyük amil olmuştu. Fakat bu mesaimde iki unsurla çarpışmak mecburiyeti karşısında kalınmıştır. Mağlubiyetlerinden meyus olanların menfaatlerini daima karışıklıklarda arayanların bu birliğin, bu ahengin teessüs etmemesi için vakurane bir gayret sarf etmelerini, her türlü manayı önümüze atmalarını, diğer tarafta esefle zikredeceğim. Senelerden beri oturduğu mevkii bir türlü terke razı olmayan ve muvaffakiyetsizliklerini işin bozulması ile örtmek isteyen hodbin fedakârlığa alışmamış fırkacılarımızın müşkilat çıkarmalarını intaç eyledi. Mahalli menfaat ve ihtirazların şiddeti herkesçe malum olduğu için bu acıklı vaziyeti teşrih edecek değilim.
Bu mesai arasında bütün kuvvetimi, fırkanın başına geçmek arzusunu taşıyanların nefis feragati sahibi olmaları ve hakiki fırkacılık zevkinin mahalli menfaat ve şöhretten istifade etmekten ziyade memleket için çalışmak olduğunu telkine sarf ettim. Bütün intihaplarda temiz bir mesai için en layık ve şerefli insanların işbaşına getirilmesi, fikir adamlarının her yerde tercih edilmesi hususunda tenviratta bulundum. Serbest intihap usulümüzde, beşeri olan menfaat ve dostluk rabıtasının rol oynaması imkânsızlığına rağmen bu irşat müessir olmamış değildir. Meclisi idaremiz tetkik edilecek olursa bulunabilen yerlerde fikir adamlarının hâkimiyeti derhal göze çarpar. Bilhassa bize mensup müesseseler ve cemiyetlerde bu vaziyet daha ileridedir. Demek ki fırkamız adet itibariyle kuvvetlenirken, diğer taraftan kıymet itibariyle yükselmiştir. Her tarafta yüksek tahsil görmüş unsurları fırkaya getirmeye gayret ettim. Ehemmiyetle çalıştığım en büyük meselemiz Türk Ocakları oldu. İlk ayrılık ve nifak kıvılcımı buradan çıkmıştır. Bu kadar ihmal edilmiş, bu kadar yanlış anlaşılmış ve berbat olmuş başka bir müessese tasavvur etmenize imkân yoktur. Orası bir hars bir fikir müessesesi değil, bütün faziletini, bütün kıymetini kaybetmiş kahve veya eğlence hatta bir mübareze ve ayrılık membaı olmuştur. Anasırının tarz-ı teşekkülünden bu kadar acı ile bahsettiğim Biga’da ocağın üst katı -ki içinde değil bir kitap, bir gazete yoktur- kapalı idi. Çanakkale’de ocak en çirkin dedikodulara sahne olmuş, gözelim bina örümceklere bürünmüş 28 kişilik zavallı mevcudundan çıkan iki idare heyeti meşruiyet kavgasına saplanmış, sadece bir kafeşantana dönmüştü. Bugün başında iki doktor, bir hekim ve değerli gençler bulunan ciddi, temiz, faideli ve kalabalık bir irfan ocağıdır. Biga ocağı da aynı tarzda canlanmış ve ayrılık sebepleri olan diğer gençlik müesseseleriyle uğraşmak için vaktim kalmadığından mahalli arkadaşlarımızın zekâsına terk edilmişlerdir. Bunlarla da uğraşmak zarureti vardır. Duyduklarım hiç de lehte değildir.
Mıntıkamda meclisi umumi intihabatı gelecek senedir. Kasaba muhtar intihabatı talimatımız dâhilinde ve şayanı memnuniyet bir surette cereyan eylemiştir. Son zamanda Biga belediye intihabatı ile meşgul olduğum için yalnız kale muhtar intihabatından haberdar olamadım. Önümüzde mühim iş olarak köy muhtar intihabatı vardır. Her tarafta şubatta olacak olan bu intihabata fırkamızın büyük bir ehemmiyet vermesi lazımdır. Çünki halkın en mühim bir şikâyet menbaıdır.
Mıntıkamın en mühim bir meselesi de Biga belediye intihabı idi. Biga intihabında fırkamız tam bir hezimete uğramıştı. Bugünkü intihabımız fırkamız için hakikaten mucib-i memnuniyet bir intihabın alameti addolunmalıdır. Bütün gürültülere, fırkacılık gayretlerine ve mahalli memurların yardımlarına rağmen Serbest’çilerin geçen defa bin yüzü geçmeyen rey adedi bizim intihabımızda müddetin kısa olmasına rağmen 1635 e çıkmış ve belediye riyasetine de fırkamız için pek iyi bir unsur olmağa namzet olan bir doktor intihap edilmiştir.
C)Fikrimce yapılması birer zaruret olan maruzatıma gelince:
Fırkada
1. İnkılâp Ruhu: Fırkanın başında inkılâbı hazmetmemiş münevverlerin bulunmasından tabii bir hal tasavvur olunamaz ise de bugüne kadar öyle olmuş değildir. Hariçteki teşkilatımızın başındakilerin dışarıdaki ve evdeki hayatları ile deruhte ettikleri vazife arasında hiç bir münasebet yoktur. Bana hariçteki münekkitler böyle reislerin yalnız kendi evlerinde kalmış kafeslerini ve en geri hayatlarını gösterdiler, anlattılar yahut bunun tamamı ile aksi hali inkılâbı en nahoş şekildeki tezahürler addedenleri de gördüm. O halde hariçteki reislerimizi serbest seçmeğe nasıl müsaade edeceğiz? Mademki fırkanın kapısı halka açıktır ve reislerini de bu halk intihap edecektir… Bu intihap bizim düşüncelerimize göre değil, o kitlenin arzusuna ve ruhuna göre yol alabilir. Bugün irşatla olan işin yarın menfaat ve hatta bize aksi bir politika ile bozulması ve her yerde fırkamızın başına en muzır unsurların geçmesi imkânı yok mudur? Bence kuvvetle mevcuttur. Bilhassa uzun boylu arz ettiğim milli birliğin husul bulmadığı mıntıkalarda bambaşka bir şekil bulmağa mecbur değil miyiz? O halde hiç olmazsa harici teşekküllerimizin başında kafasından, vicdanından emin olduğunuz unsurları bulundurmağa mecburuz.
2. Disiplin: En aranılacak olan bu nokta en zayıf olarak kalmıştır. Bunun için çok sarih ve kuvvetli ahkâm ister. Bu fırka efradının yekdiğerine ve prensiplerine karşı olduğu gibi baştakilerin o meclisi idare de beraber çalışan arkadaşlarına vaziyetleri içinde elzemdir. Her tarafta reislerini dinlemeyen fırkacılarımız olduğu gibi hiç bir hareket ve fikrinden arkadaşlarını haberdar etmeyen reislere de tesadüf ettim ki bu hal fırkamızın belli başlı zaafı olmuştur.
3. Murakabe: Üzerinde en çok duracağımız nokta budur. Mahalli teşkilatımız behemehâl merkezden çok kuvvetli bir murakabe ve teftişe tabi tutulmak lazımdır. Mefkûre için, maddi kuvvetimiz buna ehemmiyet atfolunmalıdır. Çünki en nihayet mahalli menfaatlerin ve şahsi düşüncelerin her zaman hükmünü icra edeceğini düşünmeliyiz. Her vilayeti behemehâl merkezin göndereceği bir murakıbın nezaretine tevdie mecburuz. Fikrimizi, ruhumuzu oraya aşılamak gibi manevi kuvvetten başka daima korktuğumuz ve fırkamızı çok zedelemiş olan mahalli menfaat ve şahsi düşünceler, hareketler ancak bu suretle bertaraf olacak ve en nihayet o mahallin menfaatlerinden uzak olan yüksek bir şahsiyet fırkaya başka bir kudret, başka bir ruh verebilecek ve herkesi harekete geçirebilecektir.
Vilayet reislerinin sık sık kazaları dolaşması lazımdır. Buna da ayrılmış bir para lazımdır. Yoksa yaptıklarımız kuru bir teşekkürden ibaret kalacaktır.
4. Propaganda, neşriyat: En bariz noksanımızdır. Bu kadar seri hamleleri, kanunların mecburiyetine sığındırmakla içeriden kabul edildiğini farz etmek kökleşmiş olan anane ve cehalet efsanelerinin derin izlerine göz yummak, ehemmiyetine aldırmamak olur. Çünkü yapılan işlerden birçoğunun yürümeyerek geriye döneceğini bekleyenler yok değildir. Biga muhitinde şapkanın tarz-ı telakkisini işitmek en nihayet (kerhen giymekteki zaruret) tefsirlerini duymak başı açık gezmeyi kanundan kaçırılmış bir kahramanlık addetmek elbet elemlidir.
İdare amirlerimizin, memurlarımızın hatta kendi teşkilatımızın bizim fikir ve vicdanımızı aşılayacak yerde o dar muhitin ananesini kullanmalarını görmek bir zarureti meydana koymağa kâfidir. Başlarında kasket, üstlerinde dervişlerin, yobazların şalvar ve hadariyeleri, eski medrese yavru kıyafetleriyle ortada sallanan canlı propagandacılara karşı hangi mukabil tedbirimiz vardır. Lâyıklığı mektepte din dersleri mefkudiyeti ileri süren boyuna medeni kanunumuza saldıran kadı bozması dava vekillerine neden hayat hakkı vermekte devam ediyoruz? Bunların bir kuru mütalaa değil yer yer gezilerek toplanmış notların verdiği intibalar olarak kabulünü rica ederim. (…)
Gazetelere gelince, ta köylere kadar tahripkâr tesirlerini yaptığını söylemeliyim. Gazete memlekette pek müessir bir rol oynamaktadır. O halde tesirin lehimize çevrilmesi (imkân veya ihtimali) de vardır. Yalnız ticaret gazeteciliği ile fırka gazeteciliğini bir an evvel ayırmak lazımdır. Nim fırka gazetesi diye avunduğumuz gazetelerin buhranlı günlerde bizi ne kadar elem ve sinire sevk ettiği henüz unutulmadı. En müşkül bir zamanda ruhunu, mevcudiyetini işte böyle bir harekete hasretmiş eski bir gazeteci olarak bu noktaya teması vazife addettim. Biz gazetenin ne karını ne sürümünü aramalıyız. Bizce matlup fikirlerimizin hareketlerimizin halk tabakasına nüfuzudur. Dünyanın milyonlar sarf ettiği bu kadar asri bir vasıtadan biran bile uzak kalmamalıyız.
Ç) Devlette, ilk göze çarpan nokta mülki idaredeki dağınıklık, salahiyetsizlik ve kifayetsizliktir. Valilerin ve kaymakamların salahiyetlerini mıntıkalarındaki bütün devlet idaresi ve müesseselerine teşmil zaruridir. Fakat aynı zamanda bu makamlara geçecek zevatın kifayeti meselesi de beraber çıkacaktır. Sureti mahsusada bu cihetten vaki tetkikim bu kifayete müsait değildir. Her şeyden evvel memurin kanununun ihdas ettiği imtiyazlı sigortanın açtığı izleri bertaraf etmek lazımdır. Memuru hareketsizlikten ve mesuliyet endişesizliği sigortasından kurtarıp sürat takip hasletlerine irca lazımdır.
Valiler zekâları ve otoriteleriyle ne maiyetlerine ne de umum meclislere müessir olamıyorlar. Bir programları, bir metotları yoktur. Ve mahalli rekabetlere alet olmaktadırlar. Vilayetinde bir vakitler mektepçilik yapılmış, köylerde beheri on ila kırk liraya kadar mektepler vücuda getirmek gibi hayali ve köylüyü ezici bir yük altına koyan garip bir program tatbik edilmiş. Şimdi ise milyonlara varan bu yarı eserler bırakılarak yol siyasetine geçilmiştir. Bu da söylediğim tesirler altında acip bir akıbete uğramış yüz binlerce liralık bir yolun ortasında 4kilometrelik bir yerin ortasından yapılmamak suretiyle istifadesiz zaman ve havanın tesir ve tahribine terk edilmiştir.
Şu vaka yalnız valinin değil, merkezi idarelerimizin Dâhiliye ve Nafıamızın vilayetlerde hiç bir murakabe ve teftiş nazarı olmadığına en bariz misaldir.
Valilerin maiyetlerine hiç bir nüfuzları yoktur. Çanakkale’nin karşısında bir mahallesi olan Eceabat, Maydos kazası var. Orada mülkiyenin eski mezunlarından birinci sınıf bir kaymakam var. İntihap esnasındaki garip hareketlerinin idaresizliğini, nüfuzsuzluğunu konuşulduğu zamandaki fikirlerini görüp de ağlamamak imkânsızdır.
En esefe şayan cihet bu nahoş vaziyetin aralarını beş dakikalık boğaz sularının ayırdığı amirinin görmemiş olmasıdır. Çanakkale’deki bu şekavet çetesinin içinde bir taharri memurunun bulunması bir müdür, bir baş komiser, üç ikinci, yedi muavin bulunan polisin ne halde olduğunu gösteren bir belagattir.
Kaymakamların pişmeden iş başına getirilmesi idarede fena tesirler yapıyor. Bilhassa adliyecilerle aralarındaki salahiyet davası ve geçimsizlik çok şayanı dikkattir. Her yerde bu iki unsurun arasını bulmak ve vaziyetlerini anlatmak için hakiki müşkilat çektim. Adliyeden şikâyetin esasını bu beylerin her şeye politikayı tercih etmiş olmaları teşkil ediyor. Biga, Gelibolu ve Maydos şikâyetlerinde bir netice çıkmamıştır. Adliyeden halk nahoş bir lisanla bahsediyor. Sıkı bir teftiş ve murakabeye ihtiyaç vardır. İcra memurlarının hareketleri ağıdır(?) Mıntıkada pek iyi hâkimler de vardır.
İskân berbat şeklini muhafaza ediyor. Dolgun ve yüksek pay alanların karşısında elan evrak peşinde koşan biçareleri görüp müteessir olmamak mümkün değildi. En garibi bize muhalefet edenlerin bu işten çok haksız istifade etmiş olmalarıdır. Bu hal iskân memurlarının izahatından anlaşılıyor.
Maliye, her tarafta bir ıstırap menbaıdır. Herkes maliye memurlarının fena muamelelerinden, kanunun lehe olan kısımlarını değil, daima müşkül vaziyetleri aradıkları aradıklarından, izzet-i nefse dokunan muamelelerinden şikâyet ediyorlar. Halk verginin miktarından ziyade cibayet tarzından, yanlış ve fahiş kıymet takdirlerinden hassaten tenevvüden muzdariptir. Ağaçlara konulan fazla kıymetten birçok zeytinlikler mahvolmuş, odun ve kömür olarak satılmışlardır.
Ziraat mevcut şerait altında lüzumsuz bir teşkilat halini almıştır. Bizzat memurlar gençliklerini boşuna öldürdüklerini söylemektedirler.
İnhisarlar, halk arasında misal gösterilerek yapılan bir tenkit sahası olmuştur. Adam bolluğu yekten göze çarpıyor. Vakti ile üç kişi ile idare edilen Çanakkale yirmi beşi mütecaviz, Biga’da bir yaprak tütün çıkmazken tam teşkilat var, müskirat aynı vaziyette, memurları oturup dedikodu yapmaktan ve politikaya karışmaktan başka bir şeyle meşgul değil. Hiç bir zaman bu memurlardan ikisini iş başında görmek kabil değil.
Müttehiden fırkamız aleyhinde bulunmuş olmaları şayanı dikkat bir tetkik sahasıdır.”
Ziya Gevher Etili Çanakkale için bu tespitleri yapmıştır. Kesin inançlı bir partili olduğunu yazmış bulunduğumuz Etili’nin gerektiğinde hataları kabul eden, samimi, özeleştiri yapabilen bir kişilik olduğunu görüyoruz. Nitekim daha sonra İstanbul il teşkilatındaki görevinden, onaylamadığı icraatlar yüzünden istifa ettiğini de biliyoruz.
NUREDDİN ÜNEN
İkinci bilgi kaynağımız 1946 seçiminde meclise girmiş olan DP Çanakkale milletvekillerinden Nurettin Ünen’dir. Ziya Gevher Etili’nin jakoben ve militan partililiğine karşılık Ünen, kah bağımsız, kah DP’li, bazen de CHP’li tavırlarıyla, ama daha özgür ve kimseye eyvallah etmeyen bir kişi olarak görülmüştür. O mensubu bulunduğu partilerine karşı daha eleştirel dururken halk söz konusu olunca halktan yana tavırlarıyla görülmüş, dolayısıyla CHP icraatlarını çok sert şekilde eleştirmiştir. Kendisine gelen sözlü ve yazılı şikâyetleri parti makamlarına iletmekte, ancak bunlara değer verilmediğini düşünmektedir. Ünen Çanakkale üzerine muhtelif araştırmalar da yapmış, düşünen ve fikir üreten kimliği ile temayüz etmiştir. Ayrıca yaptığı inceleme gezilerindeki intibalarını da CHP Genel Merkezi (Parti Genel Başkan Vekilliği)’ne bildirmiştir. Bunlardan biri şu ifadelerle başlar:
“Beni bu suretle harekete sürükleyen amil şudur: Bakanlıkların cevapları daima menfidir. Çok defa da cevapsız kalmaktayım. Tamamen afakî şekilde tespit ettiğim halkın bu dilek ve şikâyetlerini bir defada yüksek makamınızın tavassut ve delaletleriyle Bakanlar Kuruluna duyurmayı denemek ıztırarında kaldım. Ayrı bir mektupla bu raporumun bir defa Bakanlar Kurulu toplantısında okunmasını yüksek başbakanlıktan rica ettim. Bu raporumun bir defa de Parti İdare Kurulu’nun toplantısında okunması çok faydalı olacaktır.” Ünen bundan sonra “Parti mensupları bu mektubun da okunacağına ve cevaplandırılacağına inanmamaktadırlar” diye bir not düşmüştür. Ünen’in Genel Merkez’e yazdığı yazı ve raporlar biraz iğneleyici ve üslup olarak da parti içi yazışma teamüllerine ters görülecek türden örneklerdi. Bunlardan biri üzerine Başbakanlık Hususi kalemden “Başbakan yerine Müsteşar” imzasıyla CHP Genel Sekreterliğine yazılan yazıdaki şu ifade bunu göstermektedir: “Çanakkale Milletvekili Nureddin Ünen tarafından Başbakanlığa yazılan ve beyan tarzı bakımından Yüksek Makamınızca da görülmesinde fayda mülahaza edilen 29. 8. 1948 tarihli yazının bir örneği bağlı olarak sunulmuştur.” Gerekli incelemenin yapılması için bir nüshası İçişleri bakanlığına gönderilmiş ve Ünen’e CHP Genel Sekreteri Konya Milletvekili T. Fikret Sılay tarafından yazılan cevapta da “Çanakkale İlçesinin ihtiyacı ile ilgili raporunuz layık olduğu önemle tetkik edildi” bilgisi verilmiştir.
Nureddin Ünen’in tespit ve eleştirileri Tek Parti Devri’nin genel karakterini yansıtması açısından önemli sayılmalıdır. Bunlardan biri CHP Genel Başkan Vekilliğine 12.7.1948 tarihinde yazılmıştır:
“…Kıymetli direktiflerinizi aldım. Emirleriniz iki kısmı ihtiva etmektedir. 1. Seçmenlerimizle tek tek görüşmek lüzumu belirtiliyor. 2. Takibi zor olduğundan, hükümetle ilgili işler için partiyi vasıta yapmayıp şahsen meşgul olmamız isteniyor.
Normal vaziyetlerde bu direktifleriniz yerindedir. Şu kadar ki, hükümet gelişigüzel çalışırsa, yani hadise ve işleri yekdiğeriyle mukayese ederek ehemmi mühimme, elzemi lazıma tercih etmeyip lüzumlu kimselerin tavassutlarını başa alırsa, mütevazı kimselerin delaletlerini hiçe sayar ve hatta cevap vermeğe lüzum görmezse, bu vaziyete maruz kalan bir milletvekilinin açık alınla seçmenleriyle temasına imkân kalır mı? Böyle bir muameleye maruz kalan bir milletvekilinin yüzüne parti de müracaat ve şikâyet kapılarını kaparsa netice ne olur? Kanaatimce o seçim bölgesinde milletvekili de, temsil ettiği parti de halkın perestişini kaybeder….
Gelelim şahsıma ve Çanakkale’ye, Çanakkale’nin 20 küsur yıldan beri parti dilekleri halinde tekerrür edegelen isteklerinden bugüne kadar-mübalağasız söylüyorum- hemen hiçbiri yerine getirilmemiştir. İki yıldan beri her türlü kombinezona başvurduğum halde bu memleket davalarından en basitini dahi yerine getiremedim. Seçmenlerle temas kolay… Bir misyoner gibi köy köy dolaşıyorum. Fakat vatandaşa hesap veremiyorum. Vicdanıma soruyorum,”aldığın para haramdır” diyor. Demokratlar soruyor “Bu partinin nesine imrendin, girdin?” Halkçılar soruyor: “Biz çıkamıyoruz, sen ne diye girdin?” Siz olsanız bu haklı serzenişlere ne cevap verirsiniz? Hiç olmazsa mensup olduğum parti, bana bu cevabı öğretmek lütfunda bulunsun. “Bu gibi işlerin takibi partiyi yoruyor” diyorsunuz; ya ben fert olarak nasıl muvaffak olabilirim?”
Bir Çanakkale ki, yıllardan beri Halk Partisi’nin küçük bir ilgisini görmemiştir. Gelip geçen hükümetlerin hemen hepsi sanki bu ilin dertlerine kulak tıkamak için karar vermiştir. Halk bu kayıtsızlığı adeta bu şekilde yorumlayacak derecede bunalmış, yeis ve ümitsizliğe düşmüştür. Bazıları bunun esbabını bilemezden gelerek Çanakkale halkının muhalefetini şu veya bu sebebe yormaktadır. Bu yalandır. Vefakârlık ancak bir vazife karşılığı beklenebilir. Bugün Çanakkale Halk Partisi kuvvetleniştir, diyenler aldanıyorlar. Bura halkı sanki hiç vergi vermiyormuş gibi Cumhuriyetin feyzinden nasibini elan alamamaktadır. Aksini iddia edenlerle münakaşaya hazırım.
Mesela,
1- Şahsen ben iki yıldan beri iskele diye feryat ettim, nihayet tamir ve sondajla göz boyandı. 24 Temmuz belgesinde şöyle devam ediyor: “İki yıl için bir buçuk milyon lira esirgendi. Halk ıstırap içinde bırakıldı.
2- Çanakkale Ortaokul binası imparatorluk devrinde lise ayarında okulları barındırmış iken, bugün binanın ve malzemenin elverişli olmasına rağmen bu ortaokul vahi ve hayali gerekçelerle liseye çevrilmiyor. İstanbul ve Ankara’daki ders saati az iltimaslı öğretmenler gönderilmiyor. Bu iş için ödeneğe ihtiyaç yok. M. Eğitim Bakanlarının lise açmamak hususundaki esbabı mucibelerini kürsüden sordum. Cevap vermeğe lüzum görmediler. Birisini iki sene bekledik; bir hareket göremedik. Bakalım şimdi ne yapacak? 4 Ortaokulu olan bir ilde lise açmayıp çocukları İstanbul gibi bir muhitte başıboş bıraktırmanın günahı kimindir? 24 Temmuz belgesinde bunlara ilave olarak: “Her iki bakan da mevcutlar ıslah edilmedikçe yeni liseler açmamak kararındadırlar… Lise açmamaktaki gerekçelerini kürsüden sorduk cevap verilmedi. Ben de maarifçiyim, hem de köy okullarından liselere kadar her çeşit okullarda öğretmenlik ve idarecilik yaptım. Bakanların cevabı beni tatmin etmemiştir. Münakaşaya hazırım, biz betonarme binalar istemiyoruz. Almanya dirilsin de ders aletleri yapsın diye bekleyemeyiz… Diğer dairelerde daha kazançlı işler varken bakanlığın değerli öğretmenleri elinde tutamadığı tecrübelerle sabittir. Eğitim ve öğretim metotlarını mevcut talim ve terbiye dairesinin ıslah edebileceğine kani değiliz. Münevver işsizliğinden de şimdilik korkumuz yoktur.
3- İlde 4 sanat okulu olduğu halde Çanakkale sanat okulu enstitüye çevrilmiyor. Oranın Renda ayarında bir milletvekili olsaydı Çankırı’nın gördüğü atıfeti Çanakkale’de görmüş olurdu.” Halen 4 ortaokulu olan bir ilde neden lise açılmaz diye soran Ünen, Milli Eğitim Bakanlığının milletin şahlanan eğitim arzusu önünde bir set olmak vazifesi midir diye soruyordu. Belgenin 42. sayfasında 7. maddede şunlar ilave edilmiştir: “Bazı kasabalar kendi gayretleriyle birer ortaokul hazırlamışlardır. Bunlardan yalnız Ezine ortaokulu resmi kadroya alınacaktır. Fakat gazetede Ayvacık ve Lapseki ismini göremedim. Şu hale göre Lâpseki ve Çardak havalisi çocukları yine kışın sert Boğaz havasında her gün motorla Gelibolu’ya gidip gelmekten kurtulamayacak ve bina da bomboş harap olup gidecektir.
4- Bayramiç Hacı Bali Camii’nin tamiri hususunda istenen para için cevap dahi vermeyen Genel Müdür, gözümün önünde bir arkadaşın telefonuyla derhal başka bir kasabaya ödenek vermiştir. “Ben böyle forslu bir zattan iltimas mı dilenmeliydim? Ne kadar aciz ve naçiz olursam olayım, bir milletvekili için bu yola düşmek ayıp olmaz mı? Hep hatırla mı iş görülecektir?
5- İstanbul Boğazı’nda sayısız lüks radyolu vapurlar vardır. İzmir’den İzmit Körfezi’ne kadar ve Van Gölü’ne kadar bu vapurlardan tahsis edilmiştir. Fakat koca Çanakkale Boğazı’na “elimizdeki müesses hatlara bile kâfi vapur yok” diye bir çürük tekne dahi verilmez. Lâpseki, Çardak ve civarı çocukları karşıya Gelibolu Ortaokulu’na, Maydos, Kilitbahir ve civarı çocukları da karşıya Çanakkale Ortaokulu’na sabah akşam pis motorlarla ve hiç de kendi seviyelerinde olmayan yolcular arasında gidip gelirler. En küçüğü 12 yaşında kızlardır. Bu ilde iki kolordu bulunduğu da hesaba katılmalıdır. Çanakkale boğazı tek vapur işlemesine bile elverişli değilse bu inkişafsızlığı bu vapurların işlememesinde aramalıdır. Haydi, bizim nesil meşakkate alışıktır. Fakat çocuklarımızın olsun ahlak ve sıhhatlerine kayıtsız kalabilir miyiz?” 42. sayfada aynı konuda şunları ilave etmiştir: “Çanakkale sömürge midir ki en sonra sıra ona gelecektir? Bu vapurlar daha çok lüksü ve konforu amaçlamaktadır, hâlbuki Çanakkale’de zarurettir. Ulaştırma bakanlığı bu gayrı sıhhi ve ahlaki huzursuzluktan iç sızısı duymuyor mu?”
6- “Lâpseki, Ezine, Ayvacık ortaokul binaları vardır. Halk yapmıştır. Fakat Bakanlık yıllardan beri ilgi göstermez. Okumak isteyen bir milletin heyecanı önüne bir baraj gibi dikilmiştir. Ezine çocukları günde bir liradan kiraladıkları bir otobüsle 25 km ötede Bayramiç ortaokuluna gidip gelirler. Çünkü orada bir pansiyon dahi açılmamıştır. Hükümet sanki Çanakkale halkını işkence içinde yaşatmaya karar vermiş gibidir.
7- Bayramiç kasabası bir kör bağırsak gibi tıkanıp kalmıştır. Yolsuzluktan her bakımdan gelişememiştir. Fakat Edremit – Bayramiç yolu münakaşasız reddedilir.” 24 Temmuz tarihli belgede 5. numaralı paragrafta şunlar yazılmıştır: “Geçen yıl Ayvacık müdürünün ve Gelir memurunun vali ve Defterdarca da malum olan ahvali şikâyetlerimize rağmen dinlenmedi… Kanunsuz hareketlerde bulunan memurları ihbar etmekle halkı memnun ve hükümeti takviye ettiğimizi sanmaktayız. Hal böyle iken uygunsuzların himayesindeki kasıt nedir?
8- Kumkale bataklığının kurutulmasını teklife dahi cesaretimiz yoktur.
9- Eski fodlacılar gibi köy köy dolaşıp hiç bir işe yaramayan Çanakkale valisinin durumu meclisin yarı üyesince malumdur. Bundan sonra milletvekillerini kaymakamlar seçecek diye hikmet savuran Bayramiç kaymakamı ilçeyi geriletmekle meşguldür. Fakat içişleri bakanlığı sızlanmalarımıza cevap vermeye bile tenezzül etmez ve ikisi de hala yerindedir.” 24 Temmuz tarihli belgede İş yapmadıkları gibi halkla alay edercesine şiir okumakla yetindiklerini ilave etmiştir.
Hâsılı, telefon isteriz olmaz, çimento ve şarap fabrikalarının münakaşasına bile cevaz yoktur. Şu memur hırsız deriz, talimatla müfettiş gönderilir; biz yalancı çıkarız veya o memur ilin başka bir ilçesine nakledilir.
Bu işleri kürsüden acı acı haykırsak particiliğe yakışır mı ve ne fayda verir? Şimdi bizim seçmenlerle konuşmamızda ne fayda var ve ne yüzle konuşacağız? Hükümet meram anlamamaya karar vermişse ve siz de “partiyi rahatsız etmeyin” derseniz, bizim partiye karşı vazife ve hizmetlerimizi ifaya imkân kalır mı?
Ben muhalefetin en kıymetli zamanında istifa ettim ve meclisi terk ettikleri zaman umumi efkâra karşı tek başıma muhalefeti temsil ettim; keza halk Partisi’nin en buhranlı zamanlarında dâhil oldum. Benim bu naçizane ve cesurane hizmetlerim çabuk unutuldu. Şahsım için hiçbir dileğim yoktur. Bugün Çanakkale’de partiyi yek başıma temsil ediyorum. Tek yardımcım yoktur. Yalnız başıma didiniyorum ve çırpınıyorum. Hükümet kendi âleminde, parti de kapısını kaparsa işin sonu ne olacak? İsterim ki şu mektup Bakanlar kurulunda ve hatta divan toplantısında okunsun. Haksız isem ikna edileyim. Seçmenlerime karşı “ben uğraşıyorum fakat hükümet ve parti kulak asmıyor” desem olur mu? Vakıa şahsım için bir endişem yok. Halk her şeyin farkındadır. Yalnız dünya tarihinin en şerefli sayfalarını işgal eden Çanakkale’yi düşünüyorum. Çok yazık oluyor.”
24 Temmuz tarihli daha ayrıntılı olarak Başbakan’a yazdığı yazıda ise hükümetin Çanakkale’nin hiçbir derdi ile ilgilenmediğini, bütün taleplerinden red cevabı aldığını, bu sebepten Çanakkale halkının CHP hükümetine karşı muhalif kalmaya mecbur olduğunu belirtmiştir. “Sanki 20 yıl önce verilmiş bir bakanlar Kurulu kararı varmış gibi, Hükümet, Çanakkale ilinin hemen hiçbir derdi ile ilgilenmemektedir. Meclise iltihak ettiğim ilk günden beri bu yirmi küsur yıllık halk dileklerime dair vaki olan bütün ricalarıma red cevabı aldım. Başarabildiğim ufak tefek işler varsa bunlar sadece şahsi sempatinin verimidir. Bunun haricinde daima ya prensip kararından ya da bütçe imkânsızlıklarından bahsedildi.
Bütün bu talisizliklerin Çanakkale’nin kaderine isabet etmesini şanssızlık kelimesiyle izaha imkân bulamayan halk, haklı olarak bütün bu bahtsızlıkları hükümetin ilgisizliğine hamletmektedir. Bunun içindir ki bu ilin halkı CHP Hükümetine karşı muhalif kalmaya mecbur edilmiştir. Parti müfettişlerinin müspet kanaatlarına rağmen realite bugün de asla değişmiş değildir. Muhalefeti başka şeylere yoranlar aldanıyorlar ve aldatıyorlar. Şahsen endişem olmamakla beraber bu şartlar altında bağlı olduğumuz partinin bu ilde kazanmasını ummak safdillik olur. Zira muhtelif bakanlardan aldığım cevapların hiçbiri beni tatmin etmemiştir. Bundan sonra bize düşen iş, seçmenlerimize, ‘Hükümet planlı çalışmıyor, Çanakkale’yi kasten ihmal ediyor. Çünkü kuvvetli milletvekillerimiz yok. Parti de dileklerimizle ilgilenmeyeceğini resmen bildirdi’ deyip istifa etmekten başka çare kalmamıştır. Bu ilin zaruri ve mübrem ihtiyaçlarını Recep Peker hükümetine yazılı olarak duyurdum. Hiç biri neticelenmedi, bunu tabii gördüm. Çünkü yeni bir rejime intikal döneminde idik. Memleketin genel menfaatleri yanında mevzi işler ele alınamazdı. Bütün ümidimi birinci hükümetinize bağladım. Ne yazık ki Çanakkalelilerle beraber ben de hayal kırıklığına uğradım. İkinci hükümetiniz devresinde de istikbale ait vaatlerin dahi esirgendiğini gördüm. Son olarak sizi şahsen rahatsız ediyorum. Bu mektubumun Bakanlar Kurulu’nun bir toplantısında okunmasını rica ediyorum. Bana hiç olmazsa seçmenlerimi ikna esebileceğim fikirleri veriniz.
“20 küsur yıldan beri devlet eliyle yapılan işlerden sorarsanız Balıkesir’in nef’ine ve askeri zaruretle yapılan bir şoseden gayrisini göstermek mümkün olmaz. Buna göre hükümetinizi ve partinizi neye dayanarak öveyim ve vaatte bulunayım?… Bu ilin zaruri ihtiyaçlarını önlemek için hükümet ve parti erkânından olmak gerekiyorsa bu işlere başlatıp ayrılmak şartıyla birimizi vazifelendiriniz. (…) Çanakkale halkının tatmin edilmesi için bana Cumhuriyetin eseri olarak tek bir iş gösteriniz. Belki biz körüz ve nankörüz. Hiç olmazsa tek bir eserle teselli imkânını bulalım.
Hiç bir işi başaramayan, aldığı ücreti hak edemeyen bir kişinin duyacağı azap ve ıstırapla vicdanının kanadığını ifade ettikten sonra “hükümet sizi tutmuyor, parti de şikâyet ve müracaat kapısını kapamıştır. Sizi temsil edecek kudrette olmadığımı anladım. Bu vazifeye layık değilim, çekiliyorum, desem ve böylece milletime bir Fazilet ve feragat örneği versem acaba bu hareketim alakadarlara Çanakkale’nin cihan tarihindeki şerefli mevkiini hatırlatmaya kafi gelir mi? Hakiki bir vatanseverin yapabileceği bu son vazife tesiriyle olsun alakadarlar harekete geçebilirler mi? Ümitsizliğin verdiği yeis ve bedbinlikle yazdığım bu uzun satırların dahi okunacağını ve cevaplandırılacağını ümit etmeyecek derecede bedbinliğimi derin saygılarımla arz ederim.”
Kayda değer bir bilgi de Ünen’in adresini yazış şeklidir: “Cevaba lüzum görülürse adresim” diye bir not düşülmüş ki, bunun, Parti’sini laçkalıkla, laubalilikle ve memleket yönetiminde meselelere kayıtsız kalmakla suçlamak anlamına geldiğini görmek zor değildir.
Yaklaşık bir buçuk ay sonra Ünen Başbakanlığa bir yazı daha göndermiştir. Burada da aynı karamsar ve eleştirel üslup hâkim görülmektedir.
“Çanakkale ilini beyhude dolaşmaktayım. İmparatorluk devrinden kalan yollar, köprüler, okullar harap olmuş, halk mahzun hükümet bihuş, vali fadlacı gibi köy köy dolaşmakta, halk hayrette, ben şaşkınlık içindeyim. Bana kalırsa şimdilik Çanakkale’de vilayet makamına lüzum yoktur. Bu işi Cumhuriyet Savcılığı’na devredip vilayet makamına ait her çeşit ödeneğin memleketin imarına sarf edilmesi daha yerinde olur. İçişleri bakanlığının muhalif muvafık milletvekillerinin müteaddit şikâyetlerine rağmen bu valiyi yerinde tutmakta inat ve ısrarındaki hikmeti anlamayacak derecede idraksiz bulunduğuna esef etmekteyim. Kış gününde Bayramiç, Ezine, Ayvacık, Lâpseki ilçeleri, yıkılan köprüler, bozulan yollar yüzülen mahsur kalacak. Bu ilçelerde hasta vatandaşların ilaçsızlıktan ve hastaneye gidememekten kemafık(?) sabık öleceklerine yanmıyorum. Tabutluk kereste bulunmadığından zavallıların günahkârlar gibi hasır içinde çukurlara gömüleceklerini düşünüyorum da, sizin hesabınıza benim tüylerim ürperiyor. Bu vilayetin dertleri ciltlere sığmaz, gelin görün. Ondan sonra aklımı oynattığıma hükmetmeyeceksiniz.”
Ünen 1.10.1948 tarihinde Genel sekreterliğe el yazısıyla bir daha göndermiştir. Burada aynı eleştirileri daha net olarak maddeleştirerek sunmuştur:
“1- Seçim bölgemde iki gezi yaptım. Her gezide köyleri de dolaştım. Dilekleri ait olduğu bakanlıklara da arz ettim ve etmekteyim. Fakat her nedense İçişleri Bakanlığı hiç bir yazıya cevap vermemektedir. Bu itibarla bu bakanlığa ait dilekleri yüksek makamınıza arza mecbur kaldığımdan affınızı dilerim.
2- Çanakkale’ye çok enerjik bir vali gönderilmesi.
3- Bayramiç kaymakamı ve Umurbey Bucak Müdürünün mutlak değiştirilmeleri,
Bu dileklerin gerekçeleri defalarca bakanlığa yazılmış, cevap alınamamıştır.
4- Bakanların bir defa da lütfen ve tenezzülen bu ile uğramaları
5- Gelibolu Cemiyet Teşkilatı başarısızdır, zapturapt altına alınması
6- Jandarmadan hiç şikâyet yoktur, komutanların takdir edilmesi, yalnız otobüslere miadından fazla yolcu alınmakta ve hatta güverte diye üstüne de yolcu bindirdikleri söylenmektedir. Bu otobüslerin karakol aralarında kontrollerinin de sağlanması.
7- (…) Halkevi binasının tuğlalarının çalındığı ve eridiği iddia edilmektedir.
8- Bayramiç Ziraat Bankası’nın ticari ve zirai plasmanının artırılması mahalli partice isteniyor, merkezimizden artırılmıştır diye cevap geliyor. Mahalli parti teşkilatına müjdeliyor, fakat banka bu artışın geçen yıllara ait olduğunu söylüyor. Bu suretle mahalli parti teşkilatına karşı küçük düşülüyor. Genel sekreterlikte bu işle ilgili servise bu durum ihtar edilmelidir. Zira mahalli parti cidden müteessirdir.
9- Keza Gelibolu’da askeriye tarafından istimlâk edilip senelerce bedelleri ödenmeyen emlak sahiplerine yine merkezimizden alınan malumata atfen tamamen ödendiği bildirilmiştir. Bu hususta bakanlığın yeniden ikazı gerekmektedir.
10- Bu ilde Tapu, Maliye ve Nüfus işleri halkın huzurunu boza gelmektedir. Hükümetten ciddi tedbirler alınması ısrarla istenmelidir.
11- İmroz Polisi tefessüh etmiştir. Yunanistan’a pirinç kaçırmaktadır.
12- İmroz nüfus memuru Muzaffer 10 liraya nüfus vermekte imiş.
13- Bayramiç yargıcı Reşat’ın sui hali defalarca tarafımdan ve halk tarafından şikayet edildiği ve kendisi de naklini arzu ettiği halde hala yerindedir. Talimatlı müfettişlerle himaye edilmiştir. Yardımcısı olan zat dürüst bir gençmiş, fakat istediği yere nakledilmediğinden muğber ve çok sinirli imiş, işi düşenlere küfrediyormuş. Halk çok sızlanıyor.
Bu yargıçlar ikide bir de rapor alıp gidiyorlarmış. Halk Bayramiç’te adalet felce uğradı diyor.
Bu tatilde iki defa geziye çıktım, şu kanaati edindim. Fakirin zengine, cahilin alime, halkın hükümete kini var. Büyük bir çoğunluk küçük bir zümreye ve hükümete diş biliyor. Hakları da yok değil. Zira, hükümet ve ileri gelenler hala kendi menfaatleriyle meşguldür. Milletvekillerinin bile sözü dinlenmemektedir.”
Ünen’in en ayrıntılı raporu 3 Ağustos 1948 tarihli olarak zamanın başbakanına yazılmıştır: “Çanakkale halkı devlet idaresinden gayri memnun ve iktidar partisi mensupları dahi hükümete küskündür. Bozuk idare, çocuklarını okutacak lise ve enstitülerin bulunmayışı ve iktisadi tazyik dolayısıyla zenginler İstanbul’a sanatkârlar İzmir’e alın halinde göç etmekteler. Fakir halk da ıstırap içinde ümitsizlikle yaşamaktadırlar. Ortaokullarda günden güne azalan öğrenci sayısı incelenirse iddiamızın doğru olduğu ortaya çıkmış olur. Keza Çanakkale’de bir cumartesi günü çarşıyı gezenler dükkânların kapalı olduğunu görürler. Çünkü göç ve iflas eden Türk ticarethaneleri tamamen Yahudilerin eline geçmiştir. Çünkü Türk vatandaşlar hükümetten ne nispette zorluk görüyorlarsa, Museviler de o nispette kolaylık görmektedirler. Halk bunu Amerikan yardımının tabii neticesi olarak görmektedir. Mesela Yahudi vatandaş bir okula maddi yardımda bulunur. Hükümet buna mükafaten vesikalık tevzi hakkını ona verir. Fakat o yine halkın sırtından çıkar. Keza Çanakkale’de Ziraat Bankası’ndan başka banka bulunmadığından köylü ve halk çarnaçar Yahudi’ye borçlanır ve ona iktisaden mahkûm olur. Borcunu ödeyebilmek için de mahsulünü yok pahasına Yahudi’ye vermeğe mecbur kalır. İş bununla da bitmez, maliye memurları vergi tahsilini ve tahakkukunu bilhassa geciktirirler ve cezalı olarak tahakkuk ettirirler. Fakat Yahudilere el altından rüşvet mukabili haber verirler. Onlar da vaktinden evvel ödeyerek cezadan kurtulurlar. Bu suretle Çanakkale’de senelerce yerleşip emlak sahibi olan gelir memurları vardır. Bunlara kimse hesap sormaz, mesuliyet kaygıları yoktur. Halk dert anlatacak makam bulamaz. Bakanlar adeta Çanakkale’ye dargındır.
Keçilerin bile zor tırmandıkları köylere yürüyerek gittim. Harman yerlerinde yattım. Köylünün hayatını yakından takip ettim. Çok acı hakikatler öğrendim, üzüldüm. Gözyaşlarımı içime akıttım. Köylü cidden acınacak haldedir. Bu vatandaşlara düşman da olsa bundan fazla cefa çektiremez, sahipsizdir. Sağıla sağıla bir kuru derisi kalmıştır. Ben ne muhalifim ne de muhalefetle şöhret ve para kazanma sevdasındayım. Şu mektubu kapalı zarfta gönderişim de iyi niyetimin delilidir. Köylümüz ineğiyle, eşeğiyle, karısı, torunu, gelini, kızı ve oğluyla sabahın karanlığından gecenin karanlığına kadar çalışır. En fakirinin elinde en az iki bin kiralık malı vardır. Harmanlarda mahsul dağlar gibi yığılmıştır. Fakat yine yüzü gülmemektedir. Zira kooperatif borçları, Ziraat Bankası’nın yüzde on iki buçuğa varan faizi, Yahudi’nin istismarı, köy bütçesi, tam harman zamanına rastlayan bedeni ve nakdi mükellefiyetler yüzünden yine ayağı çıplak, yine üstü perişandır. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, ilaç ve doktorsuzluk, yolsuzluk hele memurların kaba ve çirkin hareketleri yarasına tuz biber ekmektedir. Köylü Amerikalılardan bir söz öğrenmiştir: tesadüfen yaşıyoruz. Köylü demokrasiden ümidini kesmiştir. Memlekette iyi idare kuracak bir kurtarıcı aramaktadır. Bir köylü bana şöyle dedi: Çanakkale’de bir bakan bize çok şeyler vaad etmiş. Meydanda nutuk söylemiş. Bu vatandaş Celal Bayar’ı kastediyordu. Muhalif olduğu halde liderini tanımıyor, onu bakan sanıyor, bana soruyor. Çünkü köyünde ne radyo, ne telefon, ne gazete, ne de aklı başında bir öğretmen var. Yarın bu vatandaştan ne hakla oy isteyeceğiz ve o oyu verirken kimlerin tesirinde kalacağı malum.
Köylü gündüz yorgunluğu yetmiyormuş gibi gece de tarlasında domuz bekler ve diğer uzaktaki tarlasını ekemez. Çünkü ikisini de bekleyemez. Av tüfeği ve malzemesi kâfi değildir. Kolaylıkla alamaz. İstanbul’da Kapalıçarşı’da karaborsadan aramaya mecburdur. Mahsulünü Yahudi yok pahasına kapar. Çünki ofis ya almaz veya merasimi uzatır. Sebze ve meyvesini İstanbul Hâli yağma eder. Kilosunu kaça verdiğini bile anlayamaz. Kabzımallar bir çete gibi Hâl idarecileriyle uyuşmuştur. Köylüyü soyarlar. Zavallı İstanbul halkı da pahalılıktan meyve yiyemez. Nakil güçlüğü, hal soygunculuğu yüzünden köylü fazla sebze ve meyve yetiştiremez. Mevcutlarını da köyde hayvanlar yer ve sonra deriz ki, köylü tembeldir ve işini bilmez. Onlara kim rehber olmuştur? Hangi köyde bir istihsal ve satış kooperatifi açılmıştır.
Türk köylüsü 3 amansız varlıkla mücadele etmektedir. Hükümet memurları, tabiat ve istismarcılar… Bu manzara cidden yürekler acısıdır. Devlet idaresinden mesul olanların köylerimizi mütenekkiren dolaşmaları lazımdır. Artık komisyon raporlarından ve mütehassıs fikirlerinden vazgeçmeliyiz. Hakikati kaynağından içmeliyiz. Filoksera ve domuzla mücadele, kötü memurla mücadeleden köylüye daha kolay gelmektedir. Köylü bana, hükümete işimiz düşecek diye tir tir titriyoruz demiştir. Rüşvet, savsama, hakaret işte köylünün en çok yıldığı durum. Bizi düşünmüyorlar. Köyümüze ancak para almak için geliyorlar. Hiç olmazsa hakaret etmesinler diyorlar ve Allahtan ki rüşvetle olsun biraz iş görebiliyoruz diye teselli bulmaktadırlar. Memurlar sorumsuzdur. Çanakkale valisi Ferit Nomer ve mesela Bayramiç kaymakamı Cavit Okyavuz gibi idareciler köy köy dolaşırlar. Bu da ayrıca bir mükellefiyettir, zira onları maiyetleriyle beraber doyurmaktan aciz kalırlar. Çünkü bir köyde en az 3 gün besiye girerler. Köylü bunların yolluk almak için dolaştıklarını bilir ve der ki, “şu harcırahı dolaşmadan alsınlar. Bu adamların köylere hiç bir faydası dokunmaz. Bilakis köylerde eskiden kalma yollar, köprüler ve çeşmeler de bozulmuştur. Telefonları dahi tamirden acizdirler. Bir belediye başkanının valiyi ağırlamaktan yaka silktiğine şahit oldum. Bu durum içişleri bakanlığına defalarca duyurulmuş ne çare ki cevap dahi alınamamıştır. Sanki hükümetin halk dilekleriyle ilgilenmemek için verilmiş bir bakanlar kurulu kararı vardır.
Köylü bir vatandaş derecesinden daha aşağı derecelere düşürülmüştür. Memur en ufak bir iş için 6 saatlik yolu birkaç defa gidip gelmeye mecbur eder. İdareciler memurlarla hiç alakadar olmazlar. Hele demin adları geçen vali ile kaymakam köylünün ıstırabıyla alay eder gibi şiir okurlar. Bu cennet vatan sanki harpten çıkmış gibi harabeye dönmüştür.
Cumhuriyetin feyzinden asla nasibini alamayan bura halkı hiç olmazsa imparatorluk devrinden kalan eserlerin muhafazası kaygusuyla çırpınmaktadırlar. Hükümet bir prensip kararı vermişçesine halkı üzmekte ve huzurunu kaçırmaktadır. İktidar partisince ve hükümetlerince unutulan bu vatan parçasında yapılan şu işlere bakınız:
Mesela, Kangırlı köyünden bir vatandaş yarım saat ötedeki Umurbey bucağından fidan almak için ta Çanakkale’ye gidip para yatıracak ve sıra bekleyecektir. Hâlbuki Çanakkale’den Hatay’a kadar fidan gönderilir. Buna mukabil Çanakkale’deki bir vatandaş da burnunun dibinde fidan varken, mesela ta Manisa’ya gider. Bunlar işkence değil de nedir? Kepez köyünde vaktiyle nüfusun artacağı hesaba katılmadan fazlaca göçmen yerleştirilmiş, şimdi ise arazi daralmıştır. Buna rağmen köydeki bazı zeytinlikler çiftçilikle hiç alakası olmayan generallere fiilen satılmıştır. Bu yetmiyormuş gibi oradaki alay da bağlar içinde tatbikat ve zeytin dallarından maske yapmak suretiyle köylüyü zarara sokmaktadır. Şikâyet ettikleri ordu müfettişi de manevrayı bu şekilde yapmış, köylü “bakalım İnönü nerede manevra yapacak” diyor!
Devletin bu ilde iktisadi kalkınmayı ihmal için sanki kasti bir kararı vardır. Hiçbir fabrika açılmamıştır ve zenginlere de bu imkân verilmemiştir. Şarap fabrikası diye çırpınırlar. Yanınızda Tekirdağ var denir. Hâlbuki o fabrika zamanında üzüm almaz, bağlarda kurur. Hususi amillerde Tekel idaresinin cebri rekabetinden yılmıştır. Yeniden bağ tesisi için gereken çubuklar zamanında ve kafi miktarda verilmez. Mesela sırf bağcılıkla geçinen Bozcaada halkı bugün sefalet içindedir.
Lâpseki, Ayvacık ve Çanakkale civarı su iskele ve maden bakımından bir çimento fabrikası inşasına çok elverişli olduğu gönderilen mühendislerin kanaatlerinden anlaşılmaktadır. Fakat İstanbul fabrika hissedarlarını bu rekabetten az azade kılmak için burada fabrika tesisinden vazgeçilip Sivas çimento fabrikasının genişletilmesine karar verildiğini duyan halk çok müteessir olmuştu.
Hükümetin tarım politikası klasik vaziyetinden hala kurtulamamıştır. Ziraat muallimleri hala masa başından ayrılmıyor. Köylü kendilerini tanımıyor. Geçen sene aczinden dolayı şikâyetiniz üzerine kaldırılan ziraat müdürü, Ankara’da işini uydurmuş, yine ilimize bu defa da zeytin mütehassısı olarak dönmüştür. Bu hadise halkı çileden çıkarılmıştır. Böyle iken elbette muhalefet lideri
Çanakkale mitinginde itibar görür.
Halk diyor ki, 20 küsur yıldan beri verdiğimiz vergilerin yekûnuyla hazine sarfiyatı karşılaştırılsın. Memur aylık ve yollukları hariç, devlet Çanakkale’ye ne harcamıştır? Bunun cevabını ben veremedim. Çanakkale’ye ait ne istense, ya prensip kararından veya bütçe imkânsızlığından bahsedilir; hiç bir dilek yerine getirilmez. Halk bunu ne ile tefsir eder ve hükümete ısınır? Bugün Çanakkale iktidar partisini idare edenler dahi gayri memnundur, hatta ben orada iken hükümetin usulsüz işinden müteessir olan bir zat idare kurulundan istifa etmiştir. Bu işlerin düzeleceğinden ümidini kestiğini ifade etmiştir. Çanakkale’de muhalefete söylenebilecek tek bir kelime yoktur. Hiç bir davanın müdafaa kabiliyeti kalmamıştır.
Hükümet, binaları mevcut olduğu halde lise ve kız-erkek sanat enstitüleri açmaz. Çocuklar İstanbul’da kontrolsüzlükten ziyan olurlar. Lâpseki, Ayvacık ve Ezine’de halkın himmetiyle kurulan binalar boştur. Ortaokul açılmaz. (Boğazdan öğrencilerin geçişi ve Çanakkale’ye vapur verilmemsi ile ilgili mükerrer fikirler) Ara vapurundan vazgeçtik, diğer vapurlar da iskeleye yanaşmaz, gece uğrarlar. Bekleme salonu yoktur, oteller boş değildir. Kışın gece yarısı sokaklarda sürünürler. Zaten Çanakkale’ye gelirken talihsizlik başlar. Bilhassa küçük vapurlar çok pis ve bakımsızdır. Kamaralar karaborsadadır. Ambarlarda tek kanepe yoktur. Türk vatandaşı koyun sürüsü gibi pis yerlerde sürünür.
Yahudilerin işgali dolayısıyla Küçük Filistin adını alan Çanakkale’de yol faaliyeti namına mütemadi tamir için beslenilen bir nafıa kadrosundan ve müteahhitlerle yüz göz olmuş mühendislerin köy kahvelerinde gevezeliklerinden başka bir şey görülmez. Bayramiç-Edremit, Bayramiç-Etli, Lâpseki-Çanakkale, Lâpseki-Biga yolları 20 yıllık davalardır. Ele alınacağından da ümit kesilmiştir. Bu yollar yapılmadıkça Çanakkale’nin iktisaden gelişmesine imkân yoktur. Halk bunun içindir ki, hükümetin hüsn-i niyetinden emin değildir. Kasabalar bilhassa kışın mahsur vaziyettedir. Hastalar yolsuzluktan hastaneye gidemezler, ilaç bulamazlar, doktor nazlanır gelmez. Bu yüzden ölüm çoktur. Hele köy yolları hala vustai halini muhafaza etmektedir. Güya askeriye, vapurların, elindeki iskeleye yanaşmasına müsaade etmişti. Hâlbuki iskeleden bir askeri vasıta hemen hiç ayrılmaz. Paşanın hanımı rahatsız olmasın diye yolcu vapuru yanaştırılmamakta imiş. Lâpseki iskelesi müsait olduğu halde oraya da haftada bir gelen vapur yanaşmaz. Karayolu da olmayan ve Çanakkale’ye 35 km mesafedeki Lâpseki iktisaden mahvolmuştur. Vapurun yanaşması ve hiç olmazsa haftada ikiye çıkarılması başlıca emelleridir. Lâpseki de ölmek yaşamaktan zordur. Halktan biri yüzüme karşı “efendi öldüğümüze yanmıyorum, kerestesizlikten ölülerimizi hasıra sarıp gömüyoruz” diye haykırdı. Orman bakım memurları halkı soymaktadır. Ormanlar daha fazla tahrip edilmektedir. Yakalanıp mutemede teslim edilen hayvanların üzerindeki kömür vs bu adamlar tarafından alınmaktadır. Deli zeytin ve ıhlamur tevziatında bir sistem yoktur. Bucak müdürleri Allahlıktır. Umurbey bucağı müdürüyle Kangırlı muhtarının durumu incelense umumi bir fikir almak mümkündür. Bu Umurbey bucağının bir an evvel tam teşkilatlı olması ve burada belediye teşkilatı yapılması elzemdir. Yolsuz köyleri yolsuz Lapseki ve Çanakkale’ye sürüklenmekten kurtarmak için başka çare kalmamıştır. Bilhassa Çanakkale’nin burnunun dibindeki Yapıldak köyünü ta Umurbey’e bağlamaktaki hikmeti anlayamadım. Halkı beyhude Umurbey’e ve Lâpseki’ye sürüklemekteki maksat nedir? Bu köy mutlaka Çanakkale’ye bağlanmalıdır.
Köylünün şu küçük dertleriyle bile ilgilenen yoktur. Mesela gebe deveden de hem sayım hem de kazanç vergisi alınmakta imiş. Koca Lâpseki’ye bir selektör çok görülmüş, geri alınmış. Çiftçi arabalı bir selektör istemektedir. Esasen bu havalide ziraat makinelerine rastlamadım. Orman nakliyesinde kilo başına verilen kırk paradan vergi de kesildiği yetmiyormuş gibi, yüzde yirmi de fire kesiliyormuş. Köylü tam teslim ettiği halde ambardaki fireyi ona ödetmekteki manayı anlamadım. Kömür tezkeresi de az verildiğinden kaçakçılık oluyormuş.
Bir bağcı memleketi olan Çanakkale’de bu sene vaziyet çok fenadır. Filoksera bağları mahvetmiştir. Kooperatif borçları tescil edilmezse vaziyet fenadır. Banka da kredi veremiyor. Köylü Yahudilerin himayesindedir. Muamele vergisinin istikrarsızlığı da satışlara engel olmaktadır. Çanakkale’nin başlıca iktisadi kaynaklarından biri olan balıkçılık vaktiyle ayrılan ve bugün kaldırılması unutulan yasak bölge yüzünden mahvolmak üzeredir. Çanakkale çanak ve çömlekçiliği de tarihe karışmak üzeredir. İlkel şeklini bile kaybetmektedir.
Sağlık işleri yürekler acısıdır. Merkezdeki hastanenin kadrosu noksandır. Köylüler yolsuzluktan bilhassa kışın faydalanamazlar. Hükümet doktorları köye gitmek için araba isterler. Araba pahalıdır, köylü kira veremez ve ölür. Yapıldakta genç bir sağlık memuru vardır. Elinde ne defteri, ne talimatı ne de ne de ilacı var. Beyçayırı bucağı kışın doğu illeri gibi kapanır, kalır, dışarıyla ilgisi kesilir. Buraya bir sağlık memuru gönderilmez de merkeze yakın ve şose üzerinde sağlık memuru vardır. Çanakkale’de yalnız sıtma savaşı iyi yürümektedir. Fakat ziraat mevsimine rastlayan mükellefiyet yüzünden köylü haklı olarak şikâyetçidir. Bu yüzden hapse girmeyi göze alır, ama birçok vatandaşlar bu yüzden yatmaktadır. Bir motor pompun yapacağı işi köylüye yükletmek günahtır. Hiç olmazsa mükelleflerden alınan paralarla bu makineden tedarik edilmelidir.
Çanakkale’de sivil teşkilatın halkı ezdiği yıprattığı yetmiyormuş gibi, askeri teşkilat da iktisadi rekabete kalkmıştır. Mesela Gelibolu ordu evinde açılan sinema ve kantin tabldot esnafla rekabet etmektedir. Onlar ucuza hallettiklerinden halk bu rekabete dayanamıyor. Bunun aksi Lâpseki’ye kadar sirayet etmektedir. Gelibolu Ordu evi sinema ve kantinine müşteri temini için kendi römorkörüyle Çardak ve Lâpsekilileri Parasız Gelibolu’ya taşımaktadır. Lâpseki ve Gelibolu motorcuları da bundan şikâyetçidirler.
Hülasa, Çanakkale her tarafından vurulmuş bir yaralıdır. Onun tarihi şerefi adeta inkâr edilmiştir. CHP ve Belediye başkanları, hatta köy muhtarları dahi ümitsiz ve müteessir vaziyettedirler. Böylece il halkı toptan muhaliftir. Hükümet ve iktidar partisinin meram anlamayacağı ve asla harekete geçmeyeceği kanaati bir amentü gibi halkın kafasına yerleşmiştir.
Adalet müesseselerinde bile bir kayıtsızlık vardır. Mesela Bayramiç yargıcı Reşat saat on için celp gönderir, kendisi saat 11 de gelir. Bu zat defalarca şikâyet edilmiştir. Fakat hala yerindedir. Şikâyet ettiğimiz tapucular başka bir ilçeye gönderilir ve ceza görmez. Mesela Bayramiç tapucusunun aylık rakı sarfiyatı benim ödeneğime denktir. Ayvacık tapucusu şikâyet üzerine İmroz’a kaldırıldı. Orada daha serbest iş görmektedir. Ayvacık malmüdürü ve Gelir memuru hala yerindedir.
Halk bütün bunları hayretle, esefle, teessürle, ümitsizlikle seyretmekte ve akıbetimiz ne olacak diye düşünmektedir. Köylü kara öküzün arkasında mukadder ömrünü harcamaya çabalamaktadır. Bana gelince takatimin en son zerresini harcayıncaya kadar sesimi duyurmaya azmetmiş bulunmakta ve bunu kaçınılmaz bir vatan borcu bilmekteyim.”
SONUÇ:
İki mebusun Çanakkale ilindeki mahalli yöneticiler, bu ildeki Tek Parti icraatları ve bu icraatlar hakkında Parti genel merkezi ve hükümetin tavırlarına dair ileri sürdükleri görüşler ve şikâyetler bunlardan ibarettir. Biz hiç yorum katmadan, ilave ve çıkarmalara başvurmadan iki milletvekilinin görüş ve tespitlerini sunmuş bulunuyoruz. Çanakkale ili özelinde çok net ifadelerle birer Tek Parti özeleştirisi olan bu düşünceler devrin genel karakterini de yansıtmaktadır. Tek parti siyaset anlayışını, halka ve ekonomiye bakışı, sağlık meseleleri, memurların yolsuzlukları, partinin kayıtsızlığı ve etnik kökenlerine göre insanların değerlendirilmesi gibi konularda iki milletvekilinin düşüncelerini görmüş bulunuyoruz. Özellikle Ünen halkın çektiği çileleri çok açık olarak dillendirirken, bu konuda mahalli yöneticileri, Partiyi, Hükümeti ve Devleti ihmalkârlıkla suçlamaktadır. Onun şahsında tipik bir merkez sağ politikacı görüyoruz, tepeden inmeci halkçılığı eleştiriyor ve halktan yana, halkın ihtiyaçlarını teminden yana eleştiriler yapıyor. Etili ise, partisinin elit, ırkçı – Türkçü ve iktisadi yatırımlar yerine, halkı dönüştürecek, ilkeleri ve cumhuriyetin ulus devlet ve yurttaş anlayışını aşılayacak konulara önem veriyor. Bu düşünceler özellikle sosyolog ve siyaset bilimcilerce değerlendirilecek mahiyette olduklarından, biz bundan fazla yorum ve başka değerlendirmelere girmiyoruz.